"Ayinesi iştir kişinin / Lafa bakılmaz"


Marmaristen Datça'ya doğru yol aldığınızda,
Datça'ya 20 km tabelası ile Emecik Köyünün
giriş tabelasını görebilirsiniz.
Emeklilik zamanlarımı İstanbul dışında Kuzey Ege'de
Edremit körfezinde memleketim olan küçük bir köyde
geçirmeyi planlarken; hayat, Egenin en güneyine, ilk
cümlede tarifini verdiğim bu köye getirdi beni.
2007 Kasımdan beri yaşadığım bu köyde, köydeki hayatımla
ilgili tecrübelerimi/gözlemlerimi ve kaybolmaya yüz tutmuş
bilgileri zaman buldukça paylaşacağım.
Umarım zamana iyi bir tanıklık ederim.

Ve zaman değişti. Yol kasım 2014 de Emecik'ten Datça'nın içine düştü. Artık Hayat DATÇA'nın içinden akacak..

14 Mayıs 2012 Pazartesi

İnsanın Doğaya Ve Kendine Yabancılaşması ya da Yaprak Sarma Hk.

Dün asmaların ucunu kırdım. Kırdığım uçların yapraklarını tek tek kopardım. Yaprakları istiflemeyi bugüne bıraktım, çünkü  kendi yetiştirdiğim domates fidelerini yerlerine yerleştirdim. Fide yerleştirmeden önce yatağının hazırlanmasına küçük ilaveler yaptım.

Bu gün yaprakları incelik ve kalınlık durumlarına, küçüklük ve büyüklüklerine göre ayırdım. İstifledim. İnce yaprakları çok küçük ve ince, orta büyük ve ince, büyük ve ince şeklinde , kalın yapraklar  ise iki boy oldu, büyük ve orta boy. Sonra onları ikişer üçer sigara sarar gibi  sarıp, ince orta boylar, ince büyük boylar v.b düzende pet şişelere yerleştirdim.

Basit bir asma ucu kırma ve yaprağı saklama işi dersiniz. Ama aşağı yukarı benim 4 saatimi aldı. Üzümler daha iri olsun, güç asmanın ucuna gidip üzüm salkımı küçülmesi ve de kışın taze yapraktan sarma yapabileyim diye.

Bu uç kırma işi bir kaç kez daha gerçekleştirilecek. Sanırım 15 günde bir yapmak yeterli olur.

Başlıkla bu konunun ne alakası var diye düşünmeyin, yaprakları istifleyip şişelerken aklımdan geçenler şöyle; restorana gidersin etli ya da zeytin yağlı yaprak sarma yersin, bir miktarı yemezsen kalır atılır. -Sadece yaprağın kopartılması ve saklanması aşaması bile ne kadar çok emek istiyor, bırakın asmanın yetiştirilmesi, yemeğin hazırlanması aşamalarını. - ve biz kalan yemeğin atıldığına  hiç üzülmeyiz ya da inancımız varsa günah olmasın diye yeriz.

Ya da pazardan gidip taze asma yaprağı alırız ve işimiz çıkar ya da başka menüler girer araya, o yapraklar dolapta çürür atarız, aman sende kaç kuruşluk yaprak deriz.

Emeğe çok değer verdiğimizi söyleriz, hatta bu uğurda aktivist olarak hayatımızı veririz, emeğin hakkı için dava uğruna işkenceler görürüz, ama asma yaprağının ya da üretilen diğer şeylerin bozulmasına hiç üzülmeyiz,  kolaylıkla çöpe atarız.

Aynı şey tükettiğimiz her şey için geçerli bir düşünün, kıyafetlerinizin pamuğu önce ekildi, toplandı, -insanlar emeğini üç kuruşa sattı- o pamuk ipliğe dönüştü, sonra dokundu, sonra dikildi, sonra pazarlandı ve üzerinize geldi. Bizse "modası geçti" diyip, "bunu artık onbeş kez dir giyiyorum", "sıkıldım" deyip,- deyipleri çok fazla sıralamak mümkün-,  deyip atarız.

Emeğe saygı konusunda da süper ahkam keseriz.

Kendimize ve doğaya ne zaman bu kadar yabancılaştık, bunun için milad ne zaman, bu konuda miladı, filozoflar, düşünürler hangi zaman birimini atadı ben bilmiyorum. Bu konuda hiç okumadım sanırım. Ama düşündüm ki, "para ve ticaret" insanı yabancılaştıran unsur. Çünkü parayı verince onu satın alıyorsun, satın alınca, insanın emeğini, toprağın cömertliğini, yağmurun değerini, canlıların katkısını düşünmüyorsun.

Oysa, biz kıymalı ya da zeytin yağlı yaprak sarma yiyebilelim diye toprak, bütün canlılar, kısaca doğa, o kadar çok çalıştılar ki, yalnızca siz çalışıp o yaprağı alacak parayı kazanmadınız.........

Bunun bedeli hangi para ile ödenir.  Yeterince şükredebiliyormuyuz... Farkındamıyız....

1 yorum:

  1. bende kırmızı gömleğimle ilgili düşünce ve hayata karşı duruş konusunda derin bir yazı yazmıştım görmek ve bakmak böyle bir hal meralciğim....

    http://cheerfulmoon.blogspot.com/2009/03/kirmizi-bluzum-baska-kirmizi.html

    ve yazım üstteki linkte

    YanıtlaSil