"Ayinesi iştir kişinin / Lafa bakılmaz"


Marmaristen Datça'ya doğru yol aldığınızda,
Datça'ya 20 km tabelası ile Emecik Köyünün
giriş tabelasını görebilirsiniz.
Emeklilik zamanlarımı İstanbul dışında Kuzey Ege'de
Edremit körfezinde memleketim olan küçük bir köyde
geçirmeyi planlarken; hayat, Egenin en güneyine, ilk
cümlede tarifini verdiğim bu köye getirdi beni.
2007 Kasımdan beri yaşadığım bu köyde, köydeki hayatımla
ilgili tecrübelerimi/gözlemlerimi ve kaybolmaya yüz tutmuş
bilgileri zaman buldukça paylaşacağım.
Umarım zamana iyi bir tanıklık ederim.

Ve zaman değişti. Yol kasım 2014 de Emecik'ten Datça'nın içine düştü. Artık Hayat DATÇA'nın içinden akacak..

25 Ağustos 2017 Cuma

SAYIKLAMALAR




YAŞ DEĞİŞTİRME SAYIKLAMALARI

Değişiyorum, dönüşüyorum, bedenim değişiyor, on sekizimde değilim, yirmililer, otuzlular hiç değil artık elliye merdiven dayadım, aslında bedenim çoktan değişti, kendimi hala genç hissediyorum diyorum, evet hala genç hissediyorum, duygularım bunu söylerken aklımın aslında ne kadar büyüdüğünü görüyorum. Mesela aşka inandım hep, aşkla yaptım birçok işimi, aşkla değişildiğini gördüm, ama aşkın her şey olmadığını biliyorum artık. Yirmilerimde ve otuzlarımda hani mecnun misali, bir insanın aşkı için kilometrelerce yol yürüdüğünü ya da kendini dağlara vurduğunu duysaydım ya da görseydim eğer, o insana büyük hayranlık beslerdim ( ki besledik birçoğumuz), ama şimdi artık aklım diyor ki "bu hastalıklı bir tutku olabilir!", O insanı yakından tanıman gerekir. Öte yanda oturan diğer aklım başka bir kışkırtıcı soru soruyor, yakından tanımak ne demek?, tanıdığım zannettiğin onu ya da kendini ne kadar yakından tanıyorsun? Bir insan ne kadar yakından tanınabilir? Tanına bilinir mi? Değişiyorum, Otuzlarımda ve yirmilerimde bu sorunun cevabı evet olurdu şimdi ise şüphe ile yaklaşıyorum. 

Değişiyorum; İnsanlar hakkında kesin yargılarım olduğunu, aslında o yargılarımla ne kadar çok insanı incittiğimi görüyorum. Yirmilerimde ve otuzlarımda belki de bunun bu kadar farkında değildim (burada biraz torpil geçeyim, kendime bu kadar haksızlık etmeyeyim) ama şimdi farkındayım, “ak”a ak “kara”ya kara demeden önce akın etrafında dolanıp bakmaya çalışıyorum. Ak gerçekten Ak mı? Ak gerçekte ne kadar ak? Eğer ak “ak” değilse ak dediğimde, benim ak dememden ne kadar etkilenir? Akın etkileşimde olduğu griler acaba ak dememden ya da demememden ne kadar etkilenir? Etkilenir mi? Onu değerlendirmeye çalışıyorum. Geçmişte kolayca aka ak, karaya kara diyerek ne tür hatalar yaptığımı düşünüyorum. Gerçekte “ak”ın ne kadar göreceli olduğunu herkese göre “ak” algısının ne kadar farklı olduğunu düşünüyorum. Aslında “kara” pozisyonunun kendimiz için yıkıcı olduğunda kara ya ne kadar  kara demeyip  “kara” yı  “ak”  pozisyonuna sürüklediğimizi ve ya sürüklemediğimizi düşünüyorum. Artık insanlar hakkında duyduklarımı değerlendirirken genel kabullerden yola çıkarak değil, o insanın durduğu noktaya kendimi koyarak, onu anlamaya çalışarak kelam etmeyi tercih ediyorum. Artık kolayca “ak” a ak, kolayca “kara” ya kara diyemiyorum.

Değişiyorum; yirmilerimde ve otuzlarımda yolda duran bir taşı alıp bir kenara koyarken, “taşa takılıp düşenler, zarar görenler olabilir” diye düşünürken, şimdi o taşı bir kenara koymamın ne kadar doğru olup olmadığını düşünüyorum. O taşı bir kenara koyarsam “taşa takılıp düşecek insanın taşa takılıp düşme” hayat deneyimini elinden alıp almadığımı düşünüyorum. 

Değişiyorum; gençliğimde bilgiye tapınırken şimdi “bilmenin” her şey olmadığını, önemli olanın ne kadar biliyorsan o bildiğini hayatına geçirmenin daha önemli olduğunu biliyorum. Ve aslında ne kadar çok şey bilip de hayatıma ne kadar az şey geçirebildiğimi düşünüyorum. Ne kadar çok ahkamlarım olduğunu, o ahkamlarımızla ne kadar çok insanı incittiğimizi düşünüyorum. Ne kadar sivriliklerim olduğunu, o sivriliklerimi törpülemeye çalıştığımı biliyorum. İlk gençliğimden beri “ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün” lafını hayat yolculuğumda hedef olarak önüme koydum. Şimdilerde ise insanın ne kadar katman katman olduğunu “olma”nın nasıl olduğunu, olup olmadığımı, ne kadar göründüğümü ya da ne kadar görünmediğimi, ne kadar göründüğüm gibi olduğumu ya da ne kadar görünmediğim gibi davrandığımı düşünüyorum.
Hala gençliğimde ki gibi ateşli tartışmalara giriyorum, hala ateşli fikir savunuları yapıyorum, eski alışkanlıklar kolay değişmiyor ama artık nefes alma aralarında kendime yandan bir bakış fırlatıp ne yapıyorsun bu hararetle savunduğun fikirler ne kadar doğru, bu kadar hararete değer mi? Bu hararetinin sonuçlarını görebiliyor musun? Diye sormadan edemiyorum. 

Düşünüyorum, Sorguluyorum; insan olmanın aslında ne demek olduğunu, insanın gerçekten erdemli olup olmadığını, aslında bunların ne kadar bize öğretilenler olup olmadığını, ne kadar gerçek ben olduğu mu? Olmadığımı? Sorguluyorum. Hatta bu yazıyı yazdığım şu dakika da yazı hakkında bunun bir ahkam olup olmadığını bile soruyorum. Ve sanırım bildiğim bir şey var, soru sorduğum sürece düşe kalka da olsa yolumu bulabilirim. Sahi yol nedir? 

18/08/2017 Datça