"Ayinesi iştir kişinin / Lafa bakılmaz"


Marmaristen Datça'ya doğru yol aldığınızda,
Datça'ya 20 km tabelası ile Emecik Köyünün
giriş tabelasını görebilirsiniz.
Emeklilik zamanlarımı İstanbul dışında Kuzey Ege'de
Edremit körfezinde memleketim olan küçük bir köyde
geçirmeyi planlarken; hayat, Egenin en güneyine, ilk
cümlede tarifini verdiğim bu köye getirdi beni.
2007 Kasımdan beri yaşadığım bu köyde, köydeki hayatımla
ilgili tecrübelerimi/gözlemlerimi ve kaybolmaya yüz tutmuş
bilgileri zaman buldukça paylaşacağım.
Umarım zamana iyi bir tanıklık ederim.

Ve zaman değişti. Yol kasım 2014 de Emecik'ten Datça'nın içine düştü. Artık Hayat DATÇA'nın içinden akacak..

3 Mart 2021 Çarşamba

Sahi Bir Hayata Kaç Trajedi Sığar? ( Elizabeth Turganova'nın ardından)


                                                      

Datça’nın 8-10 bin nüfuslu zamanları. Buraya yerleşeli birkaç yıl olmuş. Cumartesi pazarında kıyafet, çorap, eşofman, dokuma masa örtüleri vb gb birçok şeyin satıldığı sokaktayım. Postanenin arkasından başlayıp ambarcı caddesine çıkan, ana yola paralel, şimdi trafiğe kapalı yol, o zamanlar pırtı pazarı diye adlandırabileceğim Pazar bölümü. Rengarenk cıvıl cıvıl bana göre. Ambarcı caddesini kesen köşeye yakın bir noktada kıyafet bakıyorum. Hırka ya da tişört benzeri bir şey olsa gerek. XS beden elimdeki. “Bunun midyum bedeni var mı?” diye soruyorum satıcıya. “Yok” diyor satıcı.” Olsa ne güzel olurdu” derken yanımda bir kadın beliriyor. “Değil mi ama” diyor, “şimdiki kadınlar hamsi gibi, oysa kadın dediğin etli butlu olur..”

Başımı çevirip bakıyorum,  tanıdık bir sima değil, bu toprakların insanlarına benzemiyor. Yaşını kestiremiyorum, beyaz tenli,  gece gibi simsiyah boyalı saçları düz ve küt kesim, çene hizasında. Gözlere eyeliner çekilmiş, o da siyah. Kırmızı bir ruj, kırmızı ojeler tırnaklarında. Elinde bir baston, eldivenleri var satenden dirseğine kadar gelen, şapkası, ve dimdik duruşu ile farklı bir kadın.. Ben Liz diyor. Memnun oldum diyorum. Ortaçağın kraliyet dönemini anlatan filmlerdeki kadın figürü sanki.  Datça da böyle bir karaktere daha önce hiç rastlamadım. Ayaküstü konuşuyoruz, ressammış, Rus’muş, Datça'yı çok severmiş

Aradan zaman geçiyor, onun masaj yaptığını öğreniyorum başkalarından. İyi de masaj yaparmış. Öyle söylerler.

Datça’da zaman geçiyor, 2015 ya da 2016 olmalı, yollarımız yine kesişti Liz’le. Zaman zaman evine gidiyorum, komşu sitede oturuyor, anlatıyor, o kadar yoğun bir yalnızlık ki, o kadar derin, “İnsan diyor duvarlarla konuşur mu?”

Hayat hikayesini biraz anlatıyor, bir kızı varmış hayırsız mı hayırsız, Gürcüstan’daki evini onun imzasını taklit ederek satmış. Evi yok. Kirada. 65 yaş üstü üç aylık ile geçiniyormuş. Arada da masaj yapıyor, alan olursa resimlerini satıyor.

O kadar çok istiyor ki birisi ona sahip çıksın, yalnızlığını gidersin. Ama bunu böyle açık açık söylemiyor, söyleyemez, gururlu ve de kendisini tanımlarken “azıcık huysuzum ben” diyor.

Zamanla anlıyorsun ne acıları olduğunu. Altı yaşında annesini kaybediyor, ve bir üvey anne geliyor eve, Rusya’nın Sovyetler olduğu dönem. Baba KGB üst yöneticisi, piyano, dans eğitimi alıyor Liz, bir süre sonra baba ölüyor. Liz yazları Üvey annesinin köyüne gönderiliyor, orada ünlü bir ressamdan çizim dersleri alıyor. Sanırım üniversite yılları, mantık evliliği yapıyor. İşte bana anlattığı kızı bu evlilikten.

Üniversite sonrası bir gazetede çalışıyor, yaptığı haber muhalif görülüyor ve hapse atılıyor, orada tesadüfen uzaktan akraba bir sporcu yeğen/ kuzenle karşılaşıyor, ve Liz’e masaj yapmayı öğretiyor. “Ne işime yarayacak ki bu” diyor Liz, “sen bil, gün gelir kullanırsın” diyor akraba sporcu hanım. Bunları anlatıyor bana, nasıl masaj öğrendiğini anlatırken.

İlk evlilik aşk evliliği değil. Bu boşanma ile son buluyor. Bir süre sonra ikinci evlilik bu kez aşk evliliği. Bir oğlu oluyor. Yeni kocası kolhoz yöneticisi, yani bir tür imalathane ya da fabrika, orada müdür. İşler yolunda. Bir süre sonra Sovyetler dağılıyor, Çeçen mafyası fabrikayı devretmesini istiyor. Koca direniyor devretmek istemiyor, ve bir gün yaşadıkları evin kapısı çalınıyor. Kapıyı açıyorlar kapı önünde bir paket, paket açıldığında gördükleri şey,  20 yaşındaki delikanlı olmuş oğullarının başı.

Bu noktadan sonra, alkolizm, yoksulluk, sıkıntı. Sıkıntı kelimesi az, neredeyse cehennem hayatı. Yıllar geçiyor, Ve bir şekilde Türkiye’ye geliyor. Karadeniz kıyılarında özellikle Trabzon’da Nataşa dönemi var. Bir otelde bulaşıkçılık yapıyor. Bedenini satmıyor, direniyor. Böbrekleri rahatsız, uzun bir zaman sonra bir insan evladı ona yardımcı oluyor, İstanbul’a ulaşıyor. Bebek ve yaşlı bakıcılığı yapıyor. Son yaşlı bakıcılığı yaptığı yerden ayrılıp Adapazarı’na Sapanca gölü kenarında bir otel de masaj terapi işine başlıyor. Veeee, 99 depremi ile hayat bir kez daha alt üst oluyor. Bu arada Türkiye’de de bir eşi oluyor. Bir süre sonra hayat, Marmaris-Datça-Marmaris ve yine Datça hayatı şeklinde devam ediyor..

İşte ben onu son Datça macerasında tanıdım. Türkiye’deki son eşinden ayrılma sebebini bana “o benden çok gençti, ben onun istediğini ona veremezdim, o hayatına devam etmeliydi, o yüzden boşadım demişti.” Ne derece doğru bilemiyorum. Bu hikayenin bir bölümünü Liz’den dinledim, bir bölümünü hayatının kaleme alındığı kitaptan öğrendim.

Burada anlatamadığım daha birçok trajedi var hayatında. Kitabı bitirdikten sonra kendime sordum. Bir insan, bir ömre kaç trajedi sığdırır?

Liz, hiç huzur evine gitmek istemiyordu. Gitse bile özel bir odası olsun, odasını başka kimse ile paylaşmasın, boyaları olsun, ve çizsin istiyordu. Ama kirada olmak, bir geliri olmaması başlı başına problemdi. Yakın hissettiklerine, ev kirasını ödeyebilmek için ya da zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için paraya ihtiyacı olduğunu söylemeye bile ne kadar zorlandığını ve karşılığını tabloları ile ödemek istediğini bilirim. Önce Fethiye, oradan da Niğde’ye Bor'a gönderilmiş huzur evi yetkililerince. Hiç istemediği huzur evinde ölmüş. Ve çok istediği Datça’ya da gömüldü şimdi.

Böyle bir hayatı yaşamak, bu yükleri taşımak hiç kolay değil. Bu trajedinin bir tanesini taşıyamayan nice insan var aramızda. Hayat çok ama çok zordu onun için. O da çok zorlanıyordu biliyorduk. Ama sanki dünyanın bütün kötülüklerine inat yaşıyordu, simsiyah boyalı saçları, elinde bastonu, ellerinde eldivenleri, başında şapkası, gözünde sürmesi, dudağında kırmızı ya da pembe ruju, ojeli tırnakları, eskimiş ama temiz kıyafetleri ile dimdik, belki aç, belki susuz, ama açlığını ve susuzluğunu belli etmeden, parasız ama gönül zenginliği ile, eğilip bükülmeden, dimdik ayakta kalmaya çalışarak. 

Keyfi olduğunda kahvesini yudumlarken söylediği aryalarıyla anılarda şimdi.

Bütün bunlar aklımda kalan anılardan, kitabını okunması için birine verdim, ama hatırlamıyorum. Yanıldığım olursa affola. Az sayıda, onu tanıyan kişilerce ve de vasiyeti üzerine (beni aryalarla toprağa verin) toprağa verildi. Onun için dua okuyan insan evladları vardı mezarı başında.

Yolun ışık olsun, biliyoruz ki, çok derin eksikliğini hissettiğin annene, babana, oğluna kavuştun, dilerim onların kucağında yaraların bir an önce iyileşir Liz…

Sahi bir hayata kaç trajedi sığar?

Elizabeth Turgonova anısına.

02/03/2021 Datça.




not. aşağıdaki hariç diğer fotolar sosyal medyadan alınmıştır.